Sanal dünyanın sanal renkleri                                                     

 

   Sanal dünya bize gerçek dünyayı daha yaşanır kılacak araçları sunuyor.Bu araçları kullanmamak, karşılaşmamak ya da     reddetmek söz konusu değil.Yeni bir yaşam tarzından söz ediyoruz. Daha hızlı, daha ekonomik, daha kolay, daha eşit...

   Bu sözleri duyunca, insan nasıl da kolayca kendini kaptırabilir değil mi, hele başlık daha da

   İddialıysa:”İşte sınıfsız toplum!”

   Hürriyet gazetesinin Dijital Gelecek ekinde Yaprak Özer, Amerikalı Mary Modahl’ın kitabından alıntılar yapıyor. Mary Modahl “internet tüketicileri”nin davranışlarını incelemiş.

Özer, alıntılara geçmeden önce bir uyarıda bulunuyor:”Araştırma her ne kadar Amerikan halkı üzerinde gerçekleştirilmiş olsa da;unutmayın ki, internet tüketicisi diye adlandırılan kitlenin milliyeti ve ulusal özellikleri, ekranın sınırlarında başlayıp yine orada bitiyor.”

   Ulusal özelliği yok. Sınır tanımıyor. Dünyayı dolaşıyor, istediğiniz milliyetten insanla konuşuyor ya da iş yapabiliyorsunuz. “Sınırsız özgürlük”!

   Araştırmalara göre, internet tüketicisi  olabilmek için yüksek gelir düzeyine sahip olmak gerekiyor. Bu da yılda 40 bin doların üzerinde bir kazanç demek. İşte sanal dünyanın herkesin eşit olduğu, “sınıfsız toplum”u.

   Modahl,”İnsanlar neden internette alışveriş yapar” diye soruyor. Ardından da internette alışveriş yapanları teknolojiye “sempatiyle bakanlar”, yapmayanları “antipati duyanlar” olarak tanımlıyor. Ona göre, ölçü alışveriş! İnternet’ten alışveriş yapıyorsanız, “teknolojiye sempati” duyuyor, kendiniz çarşı pazardan alışveriş yapıyorsanız teknolojiye antipati duyanlardan sayılıyorsunuz. Daha sonra, yazar, kendinin ve bir arkadaşının davranışlarını anlatarak tanımladığı iki tipi ayrıntılandırıyor. Önce kendisini anlatıyor: Çılgın bir internet tüketicisi. Yaşları küçük sayılabilecek iki çocuğu var. Yoğun bir iş temposu olan profesyonel bir yönetici... Ayrıca, anne ve eş rollerine de sahip. Hayatını internet sayesinde kolaylaştırdı ğını, iğneden ipliğe her türlü gereksinimini bir tuşla karşıladığını, lüks tüketim mallarını da gözünü kırpmadan internetten satın aldığını söylüyor. Yazara göre, kendisiyle aynı yaştaki en yakın arkadaşı ise, teknolojiye antipati duyanlar grubuna dahil. Arkadaşı da kendisi gibi üst sosyo ekonomik gelir düzeyine sahip. Tesadüf bu ya, ikisi de aynı marka kullanıyor,aynı banliyöde oturuyorlar ama üç çocuklu, iyi eğitimli arkadaşı bugüne kadar internetten tek bir çöp bile almıyor. Modahl’a göre arkadaşı, her şeye dokunmak, koklamak,tezgahtarlarla sohbet etmek, tüm seçenekleri görmek, sosyalleşmek istiyor. Ancak bu istekler yazara, yani küreselleşmecilere göre,”rüzgarı kaçırmak” ve “teknoloji yoksunu, çağdışı kalmak” demek. Sizce hangi kadın daha insancıl ve daha mutlu?

   Bileşim International tarafından Türkiye’deki internet kullanıcıları üzerinde yapılan araştırma da, 5 Eylül tarihli Hürriyet gazetesinin Dijital Gelecek ekinde yayımlandı: Kadınların yüzde 86’sının, erkelerin ise yüzde 76’sının bilgisayarı yok; ama buna karşın internet kullanıyorlar. “İnternet kafe’ye ne amaçla gidiyorsunuz?” sorusuna verilen yanıtlar çarpıcı: Belki sizin de aklınıza ilk seçenek olarak “oyun oynamak için” geliyor ama o ikinci sırada... Sıkı durun, 15-24 yaşın yüzde 60’ı, 25-39 yaşın yüzde 37’si, kadınların yüzde 49’u erkeklerin yüzde 55’i internet kafe’ye “sohbet etmek” için gidiyor...

Sanal sohbet...

   Özellikle gençler, daha çok karşı cinsle sohbet ediyorlar. Havadan sudan yazışmalar bir süre sonra” çıkma” teklifine dönüşüyor. 16 yaşındaki kız yeğenim bu durumu “çok eğlenceli” sözleriyle tanımlıyor. Evet eğleniyorlar, uzaktan uzağa... Karşınızdakine gerçek kendinizi tanıtmak zorunda değilsiniz. Aşkınızı el ele tutuşarak, göz göze bakışarak yaşamanın modası geçti artık. Eski Türk filmlerindeki yoksul gencin, zengin kıza aşık olup dağları delmesi gerekmiyor. Kimin zengin kimin yoksul olduğunun önemi yok; çünkü aşkınız ve siz gerçek değilsiniz. Yüzünü görmediğin, sesini duymadığın, adını bile bilmediğin biri ya da birileriyle uzaktan uzağa konuşmak... Bir odaya kapanıp sadece tuşlara basmak, gelecek yanıtı beklemek, internet üzerinde paylaşmak özgürlük mü, yoksa kendini sonsuz yalnızlığa mahkum etmek mi?

   Biz çok konuşan bir ulus olarak biliniriz, hele kadınlarımız. Erkeklerin bize en çok takıldıkları, fıkralara, karikatürlere konu olan özelliklerimizden birisidir bu: Doğum, ölüm vb gibi uygun mazeretleri olsa da, aslında sohbet etmek için ziyaret eder yada ediliriz. Gülmek, ağlamak ya da birisinin acısını dindirmeye çalışmak sohbetin bir parçasıdır. Bazen konuşmak anlamsızlaşır, yüzler ve gözler anlatır, anlaşırız.”Hayata ilişkin” insanı rahatlatan  “iki çift laf”;karşılıklı birer bardak çay ya da ikişer kadeh rakı;hüzünlü bir tebessüm;bazen iki damla gözyaşına uzatılan ıslak bir mendil;kısacası paylaşmak;sevinci, hüznü, acıyı, her neyi ise...

   Ama küreselleşme, serbest piyasa sürecinde, yalnızlığa ve bireyciliğe ittiği, eve iş verme, par-time çalışma gibi yöntemlerle kolektif üretimden kopardığı kadını, şimdi de sanal dünyalarla arkadaşlarından ve toplumdan koparıyor; yalnızlaştırıyor. Tüketim, yalnızca bir şey almakla sınırlı değil, duygularınız ve kişiliğiniz de tüketilenlere dahil.

Satın almak; bilgiyi, arkadaşlıkları, sohbeti...

Sanal bir dünya. Sanal insanlar. Sanal sözler. Sanal özgürlük. Sanal eşitlik.

“İşte sınıfsız toplum”!

   Küreselleşmecilere göre, ulusal bağımsızlık, ulusal ekonomi, ulusal kültür artık modası geçmiş kavramlar. Ulusal sınırların kaldırılmasının en kolay ve “kansız” yolu ise, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeleri ve halklarını, teknolojik hegemonya altına almak. Teknoloji, sömürü aracı olarak kullanılmıyorsa insanlık için bir gelişme göstergesidir. Oysa ülkeleri hem üretim hem bilgi edinme hakkı açısından başka bir ülkeye bağımlı hale getirmek dünya halklarının gelişmesi için bir anlam ifade etmiyor.

   İnsanı insan yapan en önemli özelliklerdir; paylaşmak, sevmek, yardımlaşmak, konuşmak ve üretmek. Bunlar kalkarsa robotlaşır ve yalnızlaşırız. Teknolojiden en iyi şekilde yararlanalım ancak onun bizi esir almasına izin vermeyelim.

 

  DİLEK UĞUZ     

     ERTUĞRUL     

(Kadınlar Dünyası Dergisin’den alınmıştır)